Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir?
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir? (2 Ocak 1852, Beşiktaş – 12 Nisan 1937, İstanbul) Babası bir süre Encümen-i Dâniş’in ikinci reisliğini yapan tarihçi Hayrullah Efendi, annesi ise Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’a getirilen Müntehâ Nasib Hanım’dır. İlk tahsiline Bebek’teki mahalle mektebinde başladı. Evliya Hoca ile, ona şiir zevkini aşılayan devrin tanınmış âlimlerinden Hoca Tahsin Efendi’den hususi dersler aldı. On yaşlarında ağabeyi Nasûhi Bey ile Paris’e gitti (1863). Orada bir buçuk yıl kadar özel bir okula devam etti, 1864 yılı sonlarında geri döndü. 1865’te Tahran’a elçi tayin edilen babasıyla İran’a gitti. Bir yıl sonra babasının Tahran’da âni ölümü üzerine ailesiyle birlikte İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Önce Maliye Mühimme Kalemi’nde, bir müddet sonra da Şûrâ-yı Devlet ve Sadâret Mektûbî Kalemi’nde görev aldı. Maliye Kalemi’nden tanıdığı Ebüzziyâ Tevfik vasıtasıyla Sâmipaşazâde Sezâi, Nâmık Kemal, Recâizâde Ekrem ve Mizancı Murad’la tanıştı. 1874’te Edirne’de Pîrîzâde ailesinden Fatma Hanım’la evlendi. 1876’da Paris büyükelçiliği ikinci kâtibi olarak Fransa’ya gitti. [1]
Ediplik Günlerinin Başlaması
1867’deİstanbul ’a dönen Abülhak Hamit, memuriyet hayatına Maliye ile Şûrâ-yı Devlet Mektubî Kalemlerinde devam etmeye başlar. Mektubî Kaleminde görevi esnasında Ebüzziya Tevfik , Sami Paşazade Sezai ve Baha Bey gibi devrin edebiyatçılarıyla tanışma fırsatı bulmuştur. Bu yıllarda Namık Kemal ’i okumuş devrin diğer genç edipleri gibi onun etkisinde kalmıştır. Namık Kemal ‘i birinci Üstat olarak kabul eden Hamit 1873’te Recaizade Mahmut Ekrem ile tanışır. Recaizade Mahmut Ekrem bu yıllarda Şurayı Devlet ve Nafia kalemlerinde çalışmaktadır. Onunla tanıştığı yıl Ekrem, Atala adlı eserini bastırmış, Nağme-i Seher adlı şiir kitabını yayınlamış, Atala, adlı oyununu sahnelendirtmiş, birçok çeviri eser yazmış, Yadiğarı Şebab adlı uzun manzumesini yayımlamış tanınmış bir şair ve yazardır. Hamit, Ekrem’i tanıdıktan sonra onu ikinci üstat olarak kabul eder. Bu yıllarda iken Tahran hatıralarını anlatan “Maceray-ı Aşk” adlı ilk eserini de yazmış olur.
1874 yılında ağabeyi Nasuhi Bey onu Edirne’deki konağında Pirizade ailesinden on üç yaşındaki Fatma Hanım ile evlendirir. Abdülhak Hamit, eşi Fatma Hanımı alarak ve onunla beraber İstanbul’a döner. Şairin bu evlilikten Abdülhak Hüseyin ve Hamide adında iki çocuğu dünyaya gelecektir.
Abdülhak Hamit, evliliğinin ilk yıllarında ilk şiirlerini yazmaya başlamıştır. Bu arada Ahmet Vefik Paşa Maarif Nazırıdır ve tercüme odasında da uzun yıllar çalışmış olmasından dolayı oradakilerle iyi ilişkiler içindedir. Tiyatro ile çok ilgilenmekte olan Ahmet Vefik Paşa , ona içinde atasözleri de bulunan bir oyun yazmasını önermiştir. Düğünden birkaç ay sonra bu öğüde uyarak düğünden sonraki aylarda Edirne’de iken “Sabr ü Sebat” adlı oyunu yazmış, “İçli Kız”, “Dubter-i Hindu” “Garam” ve “Sardanapal”, “Nazife” gibi eserleri bu dönemde yazmıştır. Bu eserler ardı ardına yayınlanmış, geniş bir yankı bulmuş oyun yazarı olarak tanınmaya başlamıştır.
Paris’te Katiplik Yılları
1876’da hariciyeci olan şair, Paris Sefareti ikinci kâtipliğine tayin edilir. Eşini ve çocuğunu Edirne’ye ağabeyinin konağına bırakarak Paris’e gider. Çocukluk yıllarında gittiği Paris’e bu defa kâtip olarak gelmiştir. İki yıl süren Paris’teki kâtiplik yılları gençliğinin de verdiği heyecan ile oldukça renkli geçmiş, eğlenceli günlerini “Divaneliklerim yahut Belde” adıyla kitap haline getirmiştir. Paris’te iken daha sonra Damat Ferit Paşa olarak tarih sahnesinde yer alacak olan Ferit Bey ile de tanışır.
Abdülhak Hamit’in Paris’te iken eğlenceli ve renkli yaşamı arasında Racine, Corneille, Victor Hugo, Lamartine, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlarını okumuş “Nesteren” ve “Tarık” adlı oyunlarını da yazmış, “Nesteren”’i 1878 yılında Fransa’da yayınlamıştır. Fakat bu eserin Fransa’da basılması Saray’ı kuşkulandıracaktır. Corneille’nin “ Le Cid “ adlı eserinden esinlenerek yazılan ve hece vezni ile yazılan bu oyun Nesteren adlı oyunda biri halk tarafından sevilen, diğeri halk tarafından sevilmeyen iki kardeş hükümdarın kavgasını anlatılmaktadır. Bu eserin konusu, V. Murat ve II. Abdülhamit’in durumuna benzerlik göstermektedir. 1878 yılında hasta olan eşi Fatma Hanım’ı görmek için izinli olarak ülkeye geldiğinde Nesteren adlı oyunu yüzünden görevinden alındığını öğrenmiş ve eski görev yerine tekrar dönememiştir.
Yeni bir göreve atanıncaya kadar iki sene geçecektir. Bu iki yılı Edirne’de ağabeyinin konağında ve kayınpederi Pirizadelerin yanında geçirmek zorunda kalır. Edirne’de yaşadığı bu iki yıl “Sahra”, “Tezer”, “Eşber”, “Bir Sefilenin Hasbıhâli” adlı eserlerini yazmıştır. [2]
Paris’ten dönüş, Fatma Hanım’ın ölümü, Şair Hamit
Bütün arzusu Paris’e gitmek olan Hamit, Berlin sefaretine atandığından bundan memnun olmasa da Paris yoluyla Berlin’e gitmeye karar verdi; ancak bu arada ağabeyinin Rize’ye tayin olduğunu öğrenince karısının ve çocuklarının durumunu öğrenmek için İstanbul’a döndü. Bütün ailenin Nasuhi Bey ile Rize’ye gitmesine karar verilince onlarla birlikte gidip Batum, Kırım yolu ile Berlin’e gitmeyi düşündü. Yolda Kırım Savaşı’nın yapıldığı yerleri görme fırsatı buldu ve şehit Türk askerlerinin bir mezarı olmadığını görünce “Sivastapol Manzumesi”’ni kaleme aldı (Şiir, sonradan “İlham-ı Vatan” adını aldı).
Odesa’da iken Berlin’e gitmekten vazgeçen Hamit, cinnet geçirdiğine dair Hariciye Nazırı’na bir telgraf çekip Rize’ye geri döndü; ardından ailesinden ayrılmak istemediği için görevinden istifa etti ve Poti şehbenderliğini istedi. Rize’de iken en verimli dönemlerinden birini geçiren şair “İbn-i Musa” adlı eserini tamamladı.
1881’de Poti şehbenderliğine (konsolosluğuna) atanan ama beğenmeyen Hamid, birkaç ay sonra Yunanistan’ın Golos şehrine atandı, burada karısı Fatma Hanım ile beraber üç yıl kaldı. 1883’te Bombay konsolosluğuna atandı. Hasta olan karısına havasının yarayacağını düşünerek bu görevi kabul etti. 3 yıl kaldığı Bombay’da doğanın güzellikleri coşkun şiirler için ilham verdi. Ancak Fatma Hanım’ın durumu iyileşmeyip verem teşhisi konulunca ailesi ile İstanbul’a doğru dönüş yoluna çıktı. Fatma Hanım, İstanbul’a varamadan Beyrut’ta vali olan Nasuhi Bey’in konağında hayatını kaybetti (1885). Şair, Beyrut’ta kaldığı kırk gün boyunca her gün Fatma Hanım’ın mezarını ziyaret etti ve ünlü şiiri “Makber ‘i” yazdı. Makber’in yayımlanması ile ünü birden arttı, imparatorluk sınırlarını aştı. O güne kadar düzyazı alanındaki eserleriyle tanına Hamit, eşinin ölümünden sonra şairliği ile anılır oldu.
İstanbul’a döndüğünde kendisini edebiyata verdi; karısıyla ilgili “Ölü”, “Bunlar O’dur”, “Hacle” eserlerini yayımladı ve Hindistan izlenimlerini kaleme aldı.
Londra yılları
1886 sonunda yeni görev yeri olan Londra’ya giden Hamit, bu kenti çok sevdi ve Gayret Dergisi’ne birbiri ardına şiirler gönderdi. Yeniden evlenmeye karar veren ancak âşık olduğu İngiliz kızı ile Hamit’in gelirini düşük bulan asil ailesinin itirazı nedeniyle evlenemeyen şair, elçilikte çalışan İrlandalı bir hizmetçiye evlilk teklifi ettiğinde de sınıf farkı gerekçesiyle reddedilir. Bu dönemde kaleme aldığı “Finten” ve “Cünun-ı Aşk” adlı tiyatro eserlerinde para ve sınıf farkı meselelerini işledi.
“Finten” adlı eseri ile birlikte basılma izni almak üzere İstanbul’a gönderdiği “Zeynep” adlı oyununda, “devlet ve hanedanla eğlendiği” sonucuna varıldığı için görevinden alınan Hamit, İstanbul’a döndü. Bir süre boşta kaldıktan sonra II. Abdülhamit’e bir dilekçe yazıp edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine tekrar Londra’daki eski görevine dönebildi. Çok uzun süre kaldığı İngiltere’yi yarı vatan edindi. Memleketten uzakta bulunduğu yıllarda aile fertlerine ve dostlarına yazdığı mektupların bir kısmını kitap olarak yayımladı.
İkinci ve üçüncü evlilikleri
1890’da Bayan Nelly adlı İngiliz hanımla evlenen Hamit, 1895’te Lahey elçiliğine atandı. 2 yıl sonra Londra Elçiliği Müsteşarı olarak yeniden Londra’ya döndü. Eşinin rahatsızlığı üzerine İstanbul’a döndü. 1900-1906 yıllarını İstanbul’da geçirdi. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine atandı, eşini İskoçya’daki ailesinin yanında bırakarak Brüksel’e gitti.
Vereme yakalanan eşini çok sevmesine rağmen başka kadınlarla birlikte olmaktan kendini alamayan Abdülhak Hamid, Florence Ashly ile birlikte yaşamaya başladı ve onu İstanbul’a getirdi. Eşinin durumu öğrenmesi üzerine onun yanına dönmek zorunda kaldı. Bayan Nelly’nin, 1911’de veremden ölmesinden sonra İstanbul’a döndü. Ölen eşi için “Medfen” adını vereceği “Makber”’e benzer bir eser yazmayı düşünüyse de bu tasarısını gerçekleştiremedi. Ailesinin önerisiyle üçüncü evliliğini 1911 yazında Cemile Hanım ile yaptı. Bu evlilik, 20 gün sürdü. Cemile Hanım’dan ayrılan Hamid, Brüksel’e döndü.
Bayan Lüsyen, İstanbul’a dönüş, Viyana’da sıkıntılı günler
1912’de ağabeyi Nasuhi Bey’in ölümünün ardından Abdülhak Hamid’in işine son verildi. Hamid, aynı yıl 18 yaşındaki Belçikalı Bayan Lüsyen (Lucienne) ile evlendi ve onunla İstanbul’a döndü. Kendisine önerilen Maarif Nazırlığı görevini kabul etmedi. “Validem”, “İlhan” ve “Liberte” adlı eserlerini bastırdı. Meclis Ayan Üyeliğine getirilen ve bir süre sonra meclis başkanı olan Hamid, I. Dünya Savaşı sonunda eşi ile birlikte Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı, parasız günler geçirdi. Türkiye’de geniş yankılara yol açan “Şair-i Azam” adlı şiirini Tanin Gazetesi’nde yayımladı.
Hamit, Şairi-i Azam şiirinin yayımlanmasının ardından Ankara hükümetinin devreye girmesiyle İstanbul’a geldi. Kendisine Ankara hükümeti tarafından maaş bağlandı ve belediyenin tarafından İstanbul’da Maçka Palas’ta bir daire sağlandı. Bu arada 1920’de eşi Lüsyen Hanım’dan dostça ayrılmıştı. Bir İtalyan kontu ile evlenen Lüsyen Hanım ile yazışmayı sürdürdü. 1922’de “Ruhlar”, 1923’te “Garam” ve 1924’te “Yabancı Dostlar”’ı yayımlandı. 1925’te “Arziler” ile “Cünün-ı Aşk” basıldı; aynı yıl 73. doğum yıldönümü Galatasaray Lisesi’nde Samipaşazade Sezai ile Halid Ziya’nın da bulunduğu bir törenle kutlandı.
Eski eşi Lüsyen Hanım, 1927’de eşini ve kontes unvanını terk edip kendisine döndü. 1929 yılında gerçekleşen ara seçimde TBMM III. dönem İstanbul milletvekili olarak meclise giren Hamid, IV. ve V. dönemlerde de İstanbul milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
12 Nisan 1937’de Maçka Palas’ta hayatını kaybetti. Ulusal cenaze töreniyle Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na gömüldü. Bu yeni mezarlığa gömülen ilk kişi o oldu.[3]
Edebi Yaşamı
Abdülhak Hamit, Tanzimat sonrası bütün edebî ve siyasi devirleri yaşamış bir şairdir. Tanzimat’ı, Meşrutiyetleri ve Cumhuriyeti görmüştür. Bu devirlerdeki Tanzimat, Servetifünun, Fecr-i Âti, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıdı. Modern edebiyatın kurucusu olarak kabul edilen Abdülhak Hamit, şiir yazmaya 1870’lerde başladı. Edebî kişiliği Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni edebiyatçılarının görüşleriyle şekillenen sanatçının, uzun seneler Doğuda ve Batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyatı tanımasını sağladı.
Abdülhak Hamit, şiir ve tiyatrolarında buralarda gördüğü doğa manzaralarını tasvir etti. Bu sebeple Türk şiirine Batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzimat ekolünün tesirinde kalmış, sonra Batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak Batı tekniği ile eserler vermiştir. Dize ve uyak düzenlerinde değişiklikler yaptı, heceye önem verdi. Divan şiirindeki belirli konuların sınırını aşmaya çaba gösterdi. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Edebiyatımızdaki ilk pastoral şiir örneği olan “Sahra”yı yazdı. Sanatçı, gerek içerik gerekse biçim yönünden getirdiği yeniliklerle Divan şiir geleneğine son vermiştir.
Tiyatro alanında önce Namık Kemal’in, daha sonra Batılı yazarların oyunlarını örnek aldı. Sanatçının yazdığı tiyatrolar sahne tekniğinden uzak oyunlardır. Sahnelenmek için değil, okunmak için yazar. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında Recaizade Mahmut Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamit yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde Batı edebiyatından bilhassa Shakspeare ve Victor Hugo’nun tesirleri açıkça görülür.
Şiirlerinde romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi gibi konular üzerinde durur. Şiirlerinde pek çok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramlar Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i Azam (en büyük şair) unvanı verilmiştir.
Eserleri
Şiirleri
Sahra (1878)
Makber (1885)
Ölü (1886)
Hacle (1887)
Bir Sefilenin Hasbihali (1886)
Bâlâ’dan Bir Ses (1911)
Validem (1913)
İlham-ı Vatan (1918)
Tayflar Geçidi (1919)
Ruhlar (1922)
Garâm (1923)
Arziler (1925)
Bir Sefilenin Hasbihalinden
Kürsî-i İstiğrak
Bunlar O’dur (1885)
Divaneliklerim yahut Belde (1885)
Külbe-i İştiyak
Elveda Diyemedik
Oyunları
İçli Kız (1875)
Nesteren (1876)
Sabr-ü Sebat (1880)
Duhter-i Hindu (1875)
Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919)
Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970)
Eşber (1880, 1945)
Zeynep (1908)
Macera-yı Aşk (1873)
İlhan (1913)
Turhan (1916)
İbn-i Musa yahut Zatülcemal (1917)
Sardanapal (1917)
Abdullah-i Sagir (1917)
Finten (1918, 1964)
İbni Musa (1919, 1927)
Yadigar-ı Harb (1919)
Hakan (1935)
Şiirlerinden Örnekler
Hayd Park’tan Geçerken
Makber
Bir Vaize Bir Mev’ize
Telâkiler
Kürsî-yi İstiğrak
Mâzî Yolcusuna Âti Yolu
Külbe-yi İştiyak
Ölü
Hacle
İstanbul Düşman İstilası Altında İken Çamlıca’da
Validem
Bir Sitare Altında
Bir Sefilenin Hasbihali’nden
Sahra Hoş-Nişinan
Şair-i Azam
Ziyaret
Kaynakça
[1] İslamAnsiklopedisi
[2] EdebiyatveSanatAkademisi
[3] WikiPedia
[4] EdebiyatOgretmeni