Almanya’nın saygın düşünce kuruluşlarından Politika ve Bilim Vakfı (SWP) tarafından yayımlanan yeni bir makalede, AKP’den ayrılan Ali Babacan liderliğindeki DEVA Partisi ile Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi’nin Türkiye siyasetinde yol açacağı değişim mercek altına alındı.
“Yeni siyasi partiler ve Türkiye’deki siyaset yelpazesinin yeniden şekillenmesi” başlığını taşıyan analizi kaleme alan araştırmacı Salim Çevik, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
Çevik, kazanımlarını kaybetme korkusu nedeniyle AKP’ye “kerhen oy veren” seçmenin ikna edilmesinde kilit rol üstlenebileceğini söylediği Ali Babacan’ın, AKP’nin Kürt seçmenleri arasında da popülaritesinin yüksek olduğuna dikkat çekti.
Olası bir CHP-DEVA seçim ittifakı ile Türkiye’de toplumsal barışa dönük ilk adımın atılabileceğini savunan Çevik, “Babacan, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan sonrası döneme geçişte uzlaştırıcı bir figür olabilir” diye konuştu.
Erdoğan’ın seçimleri kaybetse bile gitmek istemeyeceği endişesi için de Çevik, “Erdoğan’ın Türkiye’yi, Baas rejimine dönüştürecek gücü yok” dedi.
SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından olan Salim Çevik’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Analizinizde, Ali Babacan liderliğindeki DEVA Partisi ile Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi’nin Türkiye siyaset sahnesindeki dengeleri altüst edebileceğini söylüyorsunuz. Bu iki parti, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesine yol açabilir mi?
Salim Çevik: Muhalefet son belediye seçimlerinde çok yıldız isimler çıkardı, buna rağmen AK Parti ve MHP’nin Cumhur İttifakı’ndan oy almakta çok zorlanıyorlar. Yeni kurulan iki partinin en önemli özelliği, Cumhur İttifakı’ndan oy alabilecek olmaları. Az da olsa, alacakları oylarla, adeta ikiye bölünmüş olan Türkiye’deki siyasi dengeleri, Erdoğan aleyhine değiştirme potansiyelleri var.
AKP içerisinde giderek artan görüş ayrılıkları, Babacan ve Davutoğlu liderliğinde iki yeni partinin kurulmasını beraberinde getirdi. AKP’nin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
AK Parti, “siyasette lider sultasını yıkacağız” vaadiye ortaya çıkmış bir kadro partisiydi. Günümüzde ise bir şahıs, bir aile partisi. Partide tek bir figür, Recep Tayyip Erdoğan var, parti onun partisi. İki, üç, dört numara yok, Erdoğan var bir de çok, çok gerilerde bir yerlerde, muhtemelen damadı var…
Peki bugünün AKP’si siyaset yelpazesinin neresinde yer alıyor?
Tüm refleksleri, Erdoğan’ın ikbaline göre şekillenen AK Parti’yi siyasi yelpazenin herhangi bir yerine oturtabilmek çok zor. Erdoğan’ın, Kürt meselesinden, AB ile ilişkilere, demokrasiden, sivil asker ilişkilerine, Ergenekon davalarından cemaat ile ilişkilerine, 180 derece fikir değiştirmediği bir konu kalmadı. Erdoğan’ın tek değişmeyeni, düşmanla mücadele etme stratejisidir. Önce askeri vesayete karşı ülkeyi kutuplaştırıyordu, sonra CHP dedi, cemaat dedi, Kürtler dedi, bulamadığında meçhul faiz lobisi, dış güçler dedi… Özetle Erdoğan’ın birisiyle kavga etmek dışında bir duruşu yok.
Analizinizde Babacan’ın Erdoğan sonrası Türkiye’de kilit aktör olabileceği öngörüsünde bulunuyorsunuz, bunu “Avrupa için iyi haber” olarak nitelendiriyorsunuz? Neden?
Milliyetçi muhafazakar duruşu çok baskın olan Davutoğlu, Erdoğan’ı çok andıran, kavgacı, din, millet üzerinden söylem geliştiren, düşman bulan bir lider. Seçmen Erdoğan’ı bırakıp neden Davutoğlu’na yönelsin? Babacan ise Anti-Erdoğan. Kimlik politikaları yerine ekonomi, iyi yönetim, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar üzerinden söylem geliştiren, merkezde yer alan bir figür. Bu kavramlarla Türkiye’de siyaset yapmak, hele de bu kutuplaşmış ortamda çok zor. Ama burada bir potansiyel de var. Erdoğan’ın bu kavgacı tutumundan artık AK Parti seçmeni dahil, Türkiye’de büyük bir kesim çok yoruldu. Yaklaşık yirmi yıl boyunca sürekli hayati tehlike içerisinde yaşadığına inanmak, sürekli düşmanlarla kuşatılan bir siyaset zihniyeti herkesi yordu. Kutuplaştırıcı, kavgacı siyasetin antitezi olarak Babacan, Erdoğan sonrası döneme geçişte, uzlaştırıcı bir rol oynayarak, kavganın geride bırakılmasını sağlayabilir. Aynı şey Avrupa ile ilişkilerde de geçerli.
Türkiye için böyle bir uzlaştırıcı figür başka bir siyasi partiden de çıkamaz mı?
AK Parti’yi destekleyen yüzde 40, yüzde 50’lik kitlenin bir kısmı artık bu partiye kerhen, kazanımlarını kaybetme korkusu nedeniyle oy veriyor. Bir ülkede gönülden ve isteyerek değil de korkuyla oy veriliyorsa o toplumlar sağlıklı toplumlar değildir zaten. Bu Türkiye’de aslında her iki taraf için geçerli. AKP seçmeni, hukuki, ekonomik, siyasal kazanımlarının tehdit altında olmayacağına inanmadığı ve menfaatlerinin korunacağı hissine kavuşmadığı müddetçe, Türkiye sakin bir ülke olamayacak. CHP’nin en büyük açmazı bu güveni verememek. Ekrem İmamoğlu bu güveni nispeten hissettirdiği için daha başarılı oldu. Bu güveni daha güçlü bir şekilde verebilecek isim Babacan olabilir. Türkiye’de hem CHP tabanını irite etmeyecek hem de muhafazakarlara güven verebilecek kaç isim var? Eğer Babacan bunu yapabilirse, Türkiye’de toplumsal barışın sağlanmasına dönük ilk adım da atılmış olunur.
Peki Davutoğlu ya da Babacan liderliğindeki bu iki parti, muhalefet ile ittifaka gider mi? Seçim sürecinde nasıl konumlanır?
Davutoğlu’nun ideolojik ağırlığı, seküler partilerle ittifaka girmesine mani olabilir. Merkezde siyaset yürüten, olabildiğince sivri uçları törpüleyen Babacan, resmi bir ittifaka girmeyecek olsa bile en geç cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda fiilen bir ittifaka girecektir. CHP-DEVA seçim ittifakı, bir sonraki seçimlerde Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
Analizinizde, son seçim sonuçlarında bir hayli tartışılan “Kürt oylarına” da değiniyor, Babacan’ın Kürt seçmenler arasında popülaritesinin yüksek olduğuna işaret ediyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Türkiye’deki Kürt oyları, AKP ve HDP arasında ikiye bölünmüş durumda. AKP’nin Kürt seçmeni çok rahatsız. İstanbul seçimlerinde, AKP’nin en çok oyunun düştüğü ya da sandığa gidilmeyen yerler, Kürtlerin yoğunluklu oldukları ilçeler. Davutoğlu’nun hiçbir şansı yok çünkü aşırı milliyetçi söylem benimsenmesi, barış sürecinin bozulması, 7 Haziran sonrası Güneydoğu’da çok sayıda sivil ölümlere yol açan operasyonların başlaması onun başbakanlığı döneminde oldu. 2015’ten sonra parti üyesi olmaya devam etmekle, fiilen partiden dışlanmış olan Babacan daha avantajlı konumda. Beşir Atalay gibi, AKP’li Kürt seçmende karşılığı olan, barış sürecinde rol oynamış olan isimlerin DEVA’yı destekliyor olmaları bu partiyi avantajlı konuma getiriyor.
Peki, yeniden alevlenen baskın seçim tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2023’den önce seçime gidilmesinin ancak iki nedeni olabilir. Ya ülke derin bir kriz nedeniyle yönetilemez hale gelir ve artık koltuğu bırakıp kaçmak anlamına gelecek bir şekilde seçime gidilir. Ya da hükümet kendini çok avantajlı hissedip, kazanacağını düşünerek seçime gider. Şu anda iki durum da yok. Ancak çok olağan dışı, şu anda öngöremediğimiz bir gelişme olursa, o ayrı tabii. Zaten Erdoğan’ın imkan ve zamanı kolladığı, yakaladığı takdirde de baskın seçime gitmek isteyeceği açık.
Gündemde seçim olmamasına rağmen şimdiden siyasette çok sert rüzgarlar esiyor. Erdoğan ve Bahçeli, hem CHP hem de Babacan ve Davutoğlu liderliğindeki yeni partilere “FETÖ projesi,” “terör örgütleriyle ittifak” suçlamaları yöneltiyor. Bu söylemler HDP için olduğu gibi fiili baskıya dönüşür mü?
Erdoğan, son beş yıldır rakiplerinin ne kadar terörist ne kadar hain olduklarından bahsediyor. Bunun işe yaramadığını son yerel seçimlerde gördük. Meral Akşener’e çok sık yaptıkları gibi, toplantı sırasında elektrikleri kesme ya da miting engelleme, parti binası kapatma gibi çocukça ve hayli çirkin fiili baskılara girişilirse, bu Babacan ve Davutoğlu’nun görünürlüklerini artırabilir. Ama beğenelim, beğenmeyelim, Erdoğan’ın HDP’yi kriminalize etmesinin, milliyetçi muhafazakar Anadolu seçmeninde bir karşılığı var. Ama Ali Babacan ya da Davutoğlu’nu kriminalize etmenin hiçbir karşılığı yok…
Kimi uluslararası gözlemciler Erdoğan’ın seçimleri kaybetse bile iktidarı bırakmak istemeyeceğini kaydediyor. Bu endişeleri paylaşıyor musunuz?
Erdoğan gitmemek için elinden gelini yapacaktır. Erdoğan, çok az bir farkla kaybederse, “seçim gayri meşru” gibi bir gerekçeler öne sürerek gitmeyebilir ama daha büyük bir farkla yenilirse kalmakta ısrar edemez. Erdoğan’ın Türkiye’yi, Baas rejimine dönüştürecek gücü yok. Bunu 31 Mart seçim sonuçlarında gördük.