Babanzâde Ahmed Naim Kimdir?
Babanzâde Ahmed Naim Kimdir? Babanzâde Ahmet Naim (d.1872-ö.13 Ağustos 1934)
Soy Bağı
Süleymaniyeli Baban ailesinden Mustafa Zihni Paşa’nın (1850-1929) ve İclâl Hanım’ın (öl. 1953) oğludur. Baba Zihni Paşa Mithat Paşa’nın valiliği sırasında Bağdat mektupçuluğu ile tanınmış, daha sonra mutasarrıflıklar, valilikler yapmış, eserler yazmış münevver idarecilerden bir zattır. II. Meşrutiyet devrinin meşhur hukukçu ve siyasetçilerinden Babanzâde İsmail Hakkı ile hukuk profesörü Prof. Dr. Şükrü Baban Paşa’nın diğer oğullarıdır.
Okul Hayatı
Ahmet Naim Bey babasının görevi sırasında Bağdat’ta doğdu. Bağdat Mekteb-i İbtidaî ve Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’a geldi ve Galatasaray Sultanisi’nden (1891) ve Mülkiye Mektebi’nden “aliyyülalâ” derece ile mezun oldu (1310/1894)3. Dönemin teamüllerine uygun olarak dışardan cami/medrese dersleri de aldı; Arapça ve dinî ilimlere vukufunu artırdı.
Çalışma Hayatı
Mülkiye Mektebi’nden mezun olduğu yıl Hariciye Nezareti Tahrirat-ı Hariciye Kalemi’nde 100 kuruş maaşla 3. kâtip olarak çalışmaya başladı (25 Eylül 1894). Osman Nuri Ergin’in ifadesine göre buradaki görevi Arapça mütercimliği idi. 1896’da aynı nezaretin Tercüme Kalemi 2. kâtipliğine nakledildi. 7 Mart 1895 tarihinde Mekteb-i Sultanî’ye (Galatasaray Lisesi) Arapça muallimi olarak tayin edildi ve bu görevi, muhtemelen bazı fasılalarla 1914 yılına kadar devam etti. Sırat-ı müstakim’in 3. sayısından itibaren tefrika edilen “Devr-i istibdadda Mekteb-i Sultanî’de verilen derslerden İlm-i tevhid…” yazı başlığından anlaşıldığına göre Galatasaray Lisesi’nde İlm-i tevhid-Akâid dersleri de okutmuş olmalıdır.
II. Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra kadrosu Hariciye’den Maarif’e aktarılarak 21 Ağustos 1908’de Maarif Nezareti Meclis-i Maarif Dairesi İlmiye şubesi azalığına, ardından aynı yıl Mülga Mekâtib-i Rüşdiye İdaresi müdürlüğüne getirildi. II. Meşrutiyet’in ilânından sonraki ilk seçimlerde İstanbul’dan milletvekili adayı olarak gösterildi ise de bunu kabul etmedi. 1910 tarihinde Meclis-i Maarif azası oldu. Bir ara Tedrisat-ı Âliye Müdürlüğü de yaptı (1911-12). Osman Nuri Ergin’nin beyanına göre “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye’ye de girerek Darüşşafaka için pek verimli ve faydalı çalışmalarda bulundu”
1 Ağustos 1330/14 Ağustos 1914 tarihinden itibaren Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Heyeti azalığında bulundu ve bu daire bünyesinde kurulan Istılahât-ı İlmiye Encümeni’nde yer alarak felsefe grubu, bilim, mantık, tabiî bilimler ve sanat ıstılahları için hazırlanan ve basılan biri nâtamam üç lügatin çalışmalarında etkin görevler üstlendi.
Darülfünun Edebiyat ve İlahiyat Şubesi felsefe grubu müderrisliklerine getirildikten sonra Felsefe, Hikmet, Ruhiyat/İlmünnefs (psikoloji), Ahlâk, Mantık, Mâbade’t-tabia (metafizik), Bedîiyat (estetik), vekâleten İslâm felsefesi dersleri okuttu (1910-1 Eylül 1933). Darülfünun’da bir kısmı ilk defa okutulan bu dersler için hazırladığı notlar-uyarlamalar ve tercümeler daha sonra kitaplaştı.
Naim Bey Darülfünun’da Salih Zeki Bey’den sonra bir müddet müdîr-i umumilik (rektörlük) de yaptı. Maarif Nezareti’ne bağlı olarak Ali Ekrem (Bolayır)’ın riyasetinde 1918 yılında Darulfünun’da kurulan Tedkikat-ı Lisaniye Encümeni ve yine Maarif Nezareti bünyesinde ve kendi riyasetinde kurulan Sarf ve İmlâ ve Edebiyat Encümenlerinde yakın arkadaşları ve edebiyatçılarla birlikte çalıştı.
Mesai arkadaşlarından Muallim Cevdet, “Maarif Nezareti’nde kurulan İmlâ Encümeni’nde (…) Ahmet Naim’e iki yıl arkadaşlık etmek şerefini kazandık. (…) Ahmet Naim ‘Türk dili şive noktasında istiklâlini saklamalıdır. Bu hususta Arap ve Aceme uyamayız’ diye müdafaa [ediyordu]” demektedir. Encümen raportörü Tahirü’l-Mevlevi’nin verdiği bilgilere göre ise kendisi göreve başladığı zaman (1918) Encümen Arapça-Türkçe bir lügat hazırlamak ve yazmakla meşguldü: Kaynaklardan anlaşıldığına göre “Elif” harfi tamamlanan bu sözlük Maarif Nazırı olan Ali Kemal’in kıskançlığı yüzünden devam edememiş ve hazır olan ilk kısmı da basılamamıştır. Naim Bey 1933 yılında yapılan Üniversite reformuyla tasfiye edildi ve
emekliye ayrıldı. [1]
Edebi Hayatı
Arapça, Farsça ve Fransızca’yı çok iyi bilen, Doğu ve Batı kültürünü tam mânasıyla hazmetmiş olan Ahmed Naim, Arap edebiyatından seçtiği parçaların tercüme ve şerhlerini Servet-i Fünûn dergisinde “Bedâyiu’l-Arab” başlığıyla neşrederek yazı hayatına başladı (1901). Edebiyat ve mûsiki dostu, Garp ilminin âşığı, fakat maddeciliğin amansız düşmanı bir felsefe âlimi idi. Velûd bir yazar değildi ama yazacağı konuyu Doğu ve Batı kaynaklarından inceledikten sonra kaleme alırdı. Taklitçi ve kuru bir mütercim olmayıp tenkit ve tercihler yapan bir düşünürdü. Özellikle tercümelerinde terimlerin tam karşılığını bulmak için büyük bir titizlik göstermiştir. Felsefe alanında değerli bir mütercim olduğunu, George Fonsegrive’in birçok terim ihtiva eden psikoloji kitabını İlmü’n-nefs adıyla Türkçe’ye çevirmekle ispat etmiştir. Telif ve Tercüme Odası’nda üye iken de aynı hassasiyeti gösterir, kabul ettiremediği fakat doğru olduğuna inandığı terimleri kendi eserlerinde kullanırdı. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi’nde, Türk dilini kullanmadaki ustalığı yanında Arapça kelimelerin en uygun karşılığını bulmadaki mahareti de açıkça görülmektedir.
Ahmed Naim, maddeciliğe ve belli bir hizbe bağlılık gösterenlere karşı çıkarak onlarla mücadele ettiği gibi eski usulle Arapça öğretimine de cephe aldı. Ayrıca hadis okutma usulünün ıslaha muhtaç olduğunu ortaya koydu. Türk dilinin istiklâlinin korunmasına dair yazılar yazdı; ilmî terimlere dokunulmadan Türkçe’nin arındırılmasını ve üslûbun sadeleştirilmesini savundu. Kendisine “Arapçacı” denmesine rağmen yazılarında Türkçe’yi ustalıkla kullandı. Hatta onun Mehmed Âkif’le birlikte Âsım Efendi’nin Kāmus Tercümesi’ndeki Türkçe kelimeleri seçerek bir Türk lugatı yapmaya çalıştığı, ancak bu teşebbüsün yarım kaldığı da bilinmektedir.
Ahmed Naim, tarihî ve millî hâtıraları övmenin insanı ciddi surette yanıltacağını ve hurafelere düşüreceğini savunarak Yahya Kemal ile yaptığı bir münakaşadan on yıl kadar sonra onunla karşılaştığında, Yahya Kemal’in deyişiyle, müminlere yakışır samimi bir üzüntüyle kusurunun bağışlanmasını dilemiş ve böylece onu hayretler içinde bırakmıştı.
O, meziyetlerini gizleme, düşmanının bile değeri varsa o değeri tanıma, dostlarını onların gıyabında da sevme meziyetlerine sahipti. “Sormazsan mâlûmatını söylemeyen”, “dinlemesini bilen”, “sözü senet teşkil eden” güvenilir adam özellikleriyle Mehmed Âkif’in “ashaptan sonra en sevdiği kişi” olan Ahmed Naim’in İslâm’a bağlılığı tamdı. İlim ve irfan erbabı kimselerle sohbet etmekten çok hoşlanırdı.
Kayınpederi Fâtih türbedarı Ahmed Amiş Efendi’ye intisap etmişti. Şâfiî mezhebine mensuptu. İslâm birliği ve kardeşliği konusunda çok titiz ve dikkatli olup bu birliğe zarar verme ihtimali bulunan her harekete karşı çıkmıştır. Türkçülük cereyanlarına Türk olmadığı için cephe aldığı ileri sürülen Ahmed Naim, İslâm birliği açısından sakıncalı bulduğu Arap İttihat Kulübü’nün isim ve kuruluşunu da tenkit etmiştir. Kavmiyet ve cinsiyet davası gütmeyi İslâm’ın varlığı için kanser kadar tehlikeli bulmuş, bunu “yabancı bir bid‘at”, “Frenk hastalığı” olarak nitelendirmiş ve bu davanın faydalı ve zararlı taraflarını Kur’an ve Sünnet’e dayanarak izah etmeye çalışmıştır. [2]
Ahmet Naim, Dârulfünûn’daki görevi sebebiyle, esas ihtisas alanı felsefe olmakla birlikte, İslâm ve Türk ilim tarihinde adını daha çok hadis alanındaki faaliyetleri sayesinde duyurmuştur. Onun Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerinde mütevazı bir mütercim olarak başladığı hadis alanındaki serüveni, Cumhuriyet tarihinin en büyük hadis projesinin başlıca aktörü olarak son bulmuş ve bu projenin ürünü olan eseri gibi onun adı da ilim tarihindeki yerini almıştır. Kendisi klasik anlamıyla bir muhaddis olmasa da, bu alanda ihtisas yapmış birçok kişiyi gölgede bırakan iki büyük esere imza atarak sonraki nesillere çok güzel bir örnek olmuştur.
Ölümü
Arapçaya vukufu, tercüme denemeleri, hususen Sırat-ı müstakim-Sebilürreşad’daki hadis tercüme ve şerhlerindeki başarısı hesaba katılarak kendisine 1926 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından teklif edilen ve hazırladığı iki cildi basılan Tecrid-i Sarih Terceme
ve Şerhi çalışmalarını sürdürürken 13 Ağustos 1934’te Vefa Karakolu karşısındaki evinde öğle namazını kılarken secdede vefat etti21. Zaten kalp rahatsızlığı vardı ve tercüme sırası hasta namazına gelmişti.
Mısır’da iken vefat haberini alan yakın dostlarından Mehmed Âkif’in, “Naim’in vefat haberi üzerime dağ gibi yıkıldı, hanümanım yıkıldı da altında kaldım gibi oldum” dediği rivayet edilir. Naaşını Amiş Efendi halifelerinden Abdülaziz Mecdi Efendi yıkadı, ertesi gün ikindi namazını müteakip Fatih Camii’nde cenaze namazı kılındı ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Bugün Mehmet Âkif ve Süleyman Nazif’le yanyana yatmaktadır. [3]
Eserleri
1. Temrînât. Sarf-ı Arabî’ye Mahsus Temrînât (İstanbul 1316) ve Mekteb-i Sultânî’ye Mahsus Sarf-ı Arabî ve Temrînât (İstanbul 1323) gibi adlarla basılan eser, Galatasaray ders nâzırı Mustafa Cemil Bey’in Arapça sarf risâlesinin uygulama ve alıştırma kitabı haline getirilmiş şeklidir. Medrese usulü ile Arapça öğretimini bu kitabın mukaddimesinde tenkit etmiştir.
2. Hikmet Dersleri (İstanbul 1328 r./1329).
3. Felsefe Dersleri (İstanbul 1333).
4. Mebâdî-i Felsefeden İlmü’n-nefs (İstanbul 1331). G. Fonsegrive’den birçok dip notu ekleyerek tercüme ettiği bu eserin sonuna 1900 felsefî terim için hazırladığı Türkçe karşılıkları da eklemiştir.
5. İlm-i Mantık (Elie Rabier’den tercüme, İstanbul 1335 r./1338).
6. Tevfik Fikret’e Dair (İstanbul 1336). Dr. Rıza Tevfik’in Türk Ocağı’nda verdiği bir konferansta Tevfik Fikret’i savunarak başta Mehmed Âkif olmak üzere İslâmcılar’ı tenkit etmesi üzerine bu kitapçığı kaleme almıştır.
7. Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları (İstanbul 1340 r./1342). 1912’de Lahey’de toplanan Ahlâk Terbiyesi Kongresi’ne sunmak üzere hazırladığı bir tebliğ olup Ömer Rıza Doğrul tarafından sadeleştirilerek İslâm Ahlâkının Esasları adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1963).
8. İslâm’da Da‘vâ-yı Kavmiyyet (İstanbul 1332). Eser daha sonra Abdullah Işıklar tarafından bazı kısımları eksik olarak İslam Irkçılığı Menetmiştir adıyla (İstanbul 1963), bazı açıklayıcı notlarla Ömer Lütfi Zararsız tarafından İslâmda Irkçılık ve Milliyetçilik adıyla (Ankara 1979), ayrıca Ertuğrul Düzdağ tarafından Türkiye’de İslâm ve Irkçılık Meselesi adlı çalışmasının içinde (İstanbul 1983, s. 33-117) yayımlanmıştır.
9. Kırk Hadis (İstanbul 1341 r./1343). Nevevî’nin el-Erbaʿûn adlı eserinin tercümesidir.
10. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi (İstanbul 1346, ilk üç cilt; daha sonraki ciltler Kâmil Miras tarafından tercüme edilmiştir). Tecrid tercümesine giriş mahiyetindeki bir ciltlik mukaddimesi son derece önemli ve oldukça geniş bir hadis usulü kitabıdır.
Ayrıca çeşitli dergilerde, özellikle Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd’da birçok makalesi yayımlanmıştır. [4]
Kaynakça
[1] ZeytinburnuBelediyesiKültürYayınları
[2] İslamAnsiklopedisi
[3] ZeytinburnuBelediyesiKültürYayınları
[4] İslamAnsiklopedisi